24 Eylül 2009 Perşembe

Pres

17 Eylül 2009 Perşembe

En yüce değer emek değil serbest zaman!

Teknolojinin mevcut düzeyiyle çalışma saatlerini dört saate kadar düşürebilmek hiç de hayal değil













Geçtiğimiz günlerde uzun zamandır görüşmediğim bir dostum, telefonda mesajla 'Zaman ne demektir' diye sordu. Düşündüm. Bir fizikçinin vermesi gereken çok cevap olabilir bu soruya, skaler bir büyüklüktür, 'big bang' den ve 'Zamanın Kısa Tarihi' kitabından alıntılar yapabilirdim. En iyi cevabın Einstein ın verdiği cevap olduğunu düşünüp, "Uzamsız var olmayandır" deyiverdim.

Arkadaşım demek istediğimi anladı mı bilmiyorum. Dünya fizik yılı olarak kutladığımız! 2005 yılı, 100 yıl öncesinde yani 1905'te genel relativite teorisiyle, uzamsız var olmayandır cevabının teorik temelleri atılmıştı. Aynı sözü ilkçağ filozoflarından birinin ifade ettiği, "Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz" aforizmasıyla da örtüştürebiliriz. Kısaca özetlemek gerekirse zaman kavramı üzerine oldukça düşünülmüş ve tartılmış bir kavram olmaya devam ediyor.

Bilimlerin temel problemlerinden biri

Zaman kavramı temel bilimlerin konusu olduğu kadar toplum bilimlerinin de, özellikle de ekonomi-politiğin temel problemlerinden biri. Üretimin örgütlenmesinde ve artı değerin üretiminde Marx, belirleyici faktör olarak emek-gücü zamanının temel ölçüt olduğunu göstermişti. Bir malın değeri onun için harcanan emek gücü zamanı ile doğru orantılıdır diyordu. (Gerekli emek ve artı emek detayına girmiyorum.) Bilimsel gelişmelerin tekniğe uygulanması ile emeğin niteliğine ve metayı elde etmek için gerekli olan zamana duyulan ihtiyacın giderek azalması, teorik olarak dönemin burjuva iktisatçılarının da görüşüydü. Sosyalistler çalışma saatlerinin düşürülmesi için mücadeleyi zaten veriyorlardı. Böylece işçiler daha az çalışarak aynı ücreti alabileceklerdi. Kapitalizm yine devrimci ve hümaniter misyonunu oynamış olacaktı!

Üretim araçlarındaki mükemmelleşme ile önceden 10 saatte üretilen bir malı şimdi iki saatte bilgisayarlı üretime geçişle çok daha kısa bir zamanda üretmek mümkün olmaktadır, oluyor. Tabii o zamanın bu doğru teorik görüşü her zaman olduğu gibi kapitalizmin mutlak genel yasasına takıldı, pratik öyle olmadı. Kapitalizmde, üretimin amacı kârdır. Üretim araçlarının gelişmesi, üretimin olağanüstü düzeyde hızlı organizasyonu ile bir malın üretimi için gerekli zamanın azalması çalışma saatlerini düşürmeyip, artmasına yol açtı. 1800'lü yılların başından itibaren büyük mücadelelerle 16-18 saatlerden, önce 14, ardından 12, 10 ve nihayet sekiz saate düşen çalışma saatleri belki de burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki savaşta (Ekim Devrimi'ni saymazsak) burjuvazinin en büyük mağlubiyetiydi.
Oysa günümüzde patronlar hem bir malın üretim süresinin düşmesinden dolayı ciddi bir artı emeği kendi hanesine yazıyor, hem de hiçbir ciddi mücadeleye girmeden çalışma saatlerini istisnasız her ülkede ve her iş kolunda giderek artırarak bu artı değeri daha da çoğaltıyorlar. Türkiye de ve dünyada, büyük küçük ayrımı yapmadan özel sektörde neredeyse tüm işletmeler 12 saat çalışmayı kanunlarda olmamasına rağmen zorunluluk haline getirmiş durumdalar.

Özellikle 90'ların başından sonra hız kazanan esnek üretim ve üretimin parçalanarak dünya nın bütün coğrafyalarına yayılışı, başka bir ifadeyle fordist üretimin terk edilişi sekiz saatlik işgünü temel kazanımının da altını iyice oydu.

Oysa teknolojinin bugünkü gelişmişliğiyle günlük çalışma saatlerinin kimi araştırmacılara göre beş kimilerine göre 4 saate kadar düşmesi mümkündür. Sovyetler Birliği'nde birinci beş yıllık planın sonunda çalışma saatlerinin günlük, altı buçuk saate düştüğü göz önüne alındığında bugün için günlük dört saat çalışma süresi hiç de hayal değildir.

Ama Türkiye işçi sınıfı şu an, ki içinde artık memurlar ve hizmet sektöründe çalışanlar da dahildir, bırakalım dört saat lik çalışma sürelerini sekiz saatlik çalışma süresi için bile 1800'lerin başında yeni olgunlaşan sanayi proletaryasının direşkenliğiyle mücadele etmek zorundadır. Bu mücadeleyi yaparken de çok yanlış bir sloganın peşinden artık gitmemelidir. "Emek en yüce değerdir". Hayır, "Zaman, serbest zaman en yüce değerdir." Herhangi bir sendikadan böyle bir slogan duydunuz mu?

Haşim Cem Çelik: Celal Bayar Üniversitesi öğretim görevlisi

7 Eylül 2009 Pazartesi

Çalış! Senin de Olur?



Yaptığımız işten bir adım uzaklaşıp bakalım... Biz eylem* mi yapıyoruz? Bir şirkette ya da fabrikadaymış gibi çalışıyor muyuz? “Çalış... Senin de olur!” diyorlar, ama sadece çok çalışarak çok özgür olamıyoruz. Çünkü genellikle yaptığımız politika değil: çalışmak.. “çalışma, insanları birbirinden farklılaştıran değil, aynılaştıran, onları sadece türün bir üyesi olarak bırakan, türsel ihtiyaçların doyurulmasına tekabül eden ve zorunluluk kategorisine bağlı olan bir etkinliktir; bu nedenle, insansal özgürlüğün ifadesi olamaz”(3). Norman O. Brown, tam da bu nedenle çalışma yerine “iş” kavramını kullanıyor (4). İktisadi aklın her türden yoksunluğa dayalı bir kültür olduğunu savunan Bernard Suits ise, zorundalık çağrıştıran “çalışma” yerine zevk alınırsa yapılan “oyun”u öneriyor: “’oynamak’ yerine yapmak istediğin için yaptığın şeyleri yapmak, ‘çalışma’ yerine de başka birşey için yaptığın şeyleri yapmak ifadelerini kullanabiliriz” diyor (5).

Pınar Selek, “Politika Hayattır”, Amargi, Sayı 11

* Bireyselliğin inşasını tamamlayamadan dünya üzerinde kendimiz olabileceğimiz, kendimizi ifade edebileceğimiz herhangi bir yer bulmamız çok güç. Selek burada eylem derken bu ifade ihtiyacına ve bu ihtiyacın varoluşsal gerekliliğine gönderme yapıyor.

Notlar:
3) Nilgün Toker, “Hannah Arendt Neden Feminist Olamadı”, Amargi, Sayı 1
4) Norman Brown, Ölüme Karşı Hayat, Ayrıntı yay., 96
5) Bernard Suits, Çekirge, Ayrıntı yay., 95

Hayatın Mekaniği